Ramazan Sofralarının Geçmişten Bugüne Değişimi yazımızda Ramazan sofralarının geçmişten günümüze nasıl bir değişim yaşadığını, sofraların baş köşesine kola gibi içeceklerin koyulduğunu ve helallik durumunun eskiye göre daha az önemsendiğini yazdık.
Ramazan Sofralarının Günümüzde Vazgeçilmezi Olan Kola Reklamları
Ramazan ayı boyunca yayınlanan iftar ve sahur sofralarının başköşesine kurulmuş kola reklamları ile Ramazan’ı bağdaştırabilen var mıdır? Bu ne acayip iştir ki firma sahipleri, kültürümüzde olmayan ürünlerini, dinimizin baş tacı olan oruç ibadeti ile birleştirmek için bütün pazarlama tekniklerini kullanmaktadır. Bu taktikleri işe de yaramıştır çünkü her Ramazan-ı şerif ayında aynı reklamları her türlü medyada görebilirsiniz. Ayıbı onlar mı yapıyor, sofraya getirenler mi?
Bedenin sıhhati oruç ile orucun sıhhati her ibadet gibi yenilip içilenlerin helalliği ile kaimdir. Ramazan, gündüzü aç geçirilen, gecesi ise her türlü yiyeceği yiyilebilen bir ay değildir. “Helal-haram ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım.” mantığıyla bu iş olamaz. Evvela maksat, farz olan ibadeti en güzel şekilde yerine getirmek olmalıdır. Bu öyle bir ibadettir ki kulu Rabb’ine yaklaştırır, bedenindeki sıhhati temin eder, fakir ile zengini, tok ile açı eşitler ve sosyal hayatı düzenler. Sofralarda Allah rızası için ikram edilen misafirler var ise imkan dahilinde sofrayı zengin tutmak güzeldir. İkramlarda ise helallik esastır.
O Zamanların Ramazan Sofralarının Güzelliği
Cihan devleti Osmanlı’nın kalabalık, renkli ve bir o kadar muhabbetli toplumu, Ramazan ayını en güzel şekilde geçirirdi. Herkesin gayesi, sofrasında hane halkından ziyade en az bir oruçluya daha iftar ettirmekti. Mutfaklardaki tatlı telaş, akşam gelecek olan oruçluya en güzel yemekleri sunabilmek içindi. Evin reisi muhakkak birilerini davet ederdi. Zengin olanın sofrası da zengindi. Fakirin gönlü, zengin sofrasından da zengindi. İftar sofrasının zenginliği, su, hurma ve ekmek ile iftar eden gönül ehlinin hürmetineydi elbet. Halk da bunu pek iyi bildiğinden, gönül ehline hürmette kusur edilmezdi. Konakların kapısı herkese açık olurdu.
İftar sofrasına önce iftariyelikler gelirdi. İftariyeliklerin olmazsa olmazı hurma ve zeytindi. Bunun yanında çeşitli reçeller, çerezler, pide ve simitler bulunurdu. İftariyeliklerin ardından ekseriyetle et ve tavuk suyuyla yapılan çorbalar tercih edilirdi. Çorbadan sonra Osmanlı’da padişahtan tebaaya, bütün iftar sofralarının bir vazgeçilmezi vardı: Soğanlı yumurta.
Soğanlı Yumurta ve Ana Yemek
Soğanlı yumurta o kadar kıymetliydi ki, padişah, yemekleri tadarken soğanlı yumurtayı beğenirse, onu yapan kişiyi kendisine kilercibaşı seçtiği söylenir. Soğanlı yumurtayı ana yemek takip ederdi. Ana yemek genellikle koyun etinden yapılma bir kebap olurdu. Ana yemeği de börek takip ederdi. Börekler elde açılırdı. Hatta Ramazan gelmeden evvel evin hanımları yufkaları, erişte makarnaları önceden hazır ederdi. Böreklerin bazıları kuru yufkadan, bazıları da taze yufkadan yapılırdı. Böreğin ardından sıra sebze yemeğine gelirdi. Enginar, kabak, ıspanak, fasulye gibi sebzeler en güzel şekilde pişirilirdi. Sebze yemeğinden murad, hazmı kolaylaştırmaktı; fakat bunca ağır yemeğe sebze ne yapsın dememek elde değil.
Sebzenin yanında sofranın en hassas yemeği pilav gelirdi. Pilav, görünürde kolay olsa da ayarını tutturmak maharet gerektirdiğinden yapılması en zor yemeklerden sayılır. Pilavın da her biri ana yemek sayılabilecek onlarca çeşidi yapılırdı. En kıymetlisi hiçbir katkısı olmayan sade beyaz pilavdı. Çünkü asıl onun kıvamını tutturmak zordur. İftariyelikle başlayan iftar yemeği, baklavayla hitama ererdi. Baklavanın da hafifleri tercih edilirdi.
Ramazan Ayında Kimse, Kimsesiz Bırakılmazdı
İftardan sonra da ikramlar bitmiyor tabii. Çeşit çeşit meyveler, enfes rayihalı şerbetler ve Osmanlı’nın kıymetlisi Türk kahvesi… Bu ağır ve zengin menüler bilhassa büyük konaklara aitti. Kendi halinde yaşayıp giden ailelerde de Ramazan elbette bereketli geçerdi. Zaten kimse, kimsesiz bırakılmazdı. Halk birbirini bilir, zengin fakirden esirgemez, garip ile yetim gözetilir, hak yenmezdi. Ağır sofralar ruhları değil, yalnız mideleri fesada uğratırdı. Çünkü her ne yenirse yensin, madden ve manen helalliği teminat altındaydı.
Bu Zamanların Ramazan Sofrası
Bir de bugünün Ramazan sofralarına bakalım. Müşterisi eksilmeyen lokantalar, tıklım tıklım dolu kafeler, elinde su şişesiyle sahil boyu koşarak sağlıklı (!) kalmaya çalışan insanlar. Bir tarafta da bu olan biteni hiç yadırgamayan, akşam elinde bir torba gazozla iftara yetişmeye çalışanlar…
Eski ve yeni Ramazanları mukayese ettiğimizde dikkatimizi en çok çeken şey orucun bir ibadet olduğunun unutulmuş olmasıdır. Oruç imsakla başlayıp gün batımıyla biten bir ibadet değildir. Dikkat edin oruç imsakla başlar, sabah ezanıyla başlamaz. Bazıları sabah ezanı bitene kadar bile yemek yer. İbadetlerde vakitlerin önemli olduğunu bir kez daha hatırlatalım. İftar ve sahur da o ibadete dahildir. Oruç, yemediklerimizle değil, yediklerimizle kaimdir. Sofradaki et helal değilse, oruçlu bunun derdinde ve bilincinde değilse, ibadetin kabulünden nasıl söz edilebilir? “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” İftar sofrasında önümüze geleni yersek, Ramazan boyu gündüz saim, gece kaim olmanın bir manası kalmaz. Osmanlı’nın menüsü ağırdı ve belki de bedenin sıhhatine ters düşüyordu. Ancak orucun sıhhati önemliydi ve yenilip içilenlerin helal olmasına dikkat edilirdi.
Osmanlı ve Günümüz Mutfağı Karşılaştırması
Osmanlı mutfağı
- Et/tavuk suyu çorbası
- Helal kesim et yemeği
- El açması börek
- Helal süreçle üretilmiş tavuk
- Ev usulü şerbetler
- Tereyağlı ev baklavası
Günümüz mutfağı
- Bulyonlu çorba
- Hüviyeti meçhul et yemeği
- Hazır yufka börek
- Helal süreçlerine dikkat edilmeyen tavuk
- Kola, gazoz, hazır meyve suları
- Margarinli hazır baklava
Eskinin et suyunun yerini günümüzde ne idüğü belirsiz bulyonlar aldı. Eskiden her ev kendi etini helalinden temin eder, gerekirse Ramazan ayı için bir koyun kesilirdi. Bugün iftarın ana yemeği marketten gelen ne olduğu bilinmeyen etlerle yapılıyor. Elde açılan böreklerin yerine, kolay açılsın diye L-sisteinli unlarla yapılmış hazır yufka börekleri koyuluyor. Envai çeşit meyve ve bitkilerle yapılan enfes şerbetlerin yerine, sözde alkolsüz meşrubatlar, jelatinle durutulmuş meyve suları içiliyor. Sözün özü, eskinin insanı Ramazan’da oruç tutardı, bugünün insanı aç kalıyor.
Ramazan’da kim oruç tutmuş kim tutmamış hesabı yapmayalım. İğneyi de çuvaldızı da kendimize batıralım. Oruç tatmak ile aç kalmak arasındaki zamanda hangi tarafa daha yakınız ona bakalım. Bir haram lokmanın ibadetin sıhhatine mani olduğunu unutmadan, iftardan imsağa kadar her lokmada helali arayalım. Bir de sahuru imsak vaktinden sonraya taşırıp da oruca hiç başlamayanlardan olmayın.
Ramazan Sofralarının Geçmişten Bugüne Değişimi-İnsan ve Hayat Dergisi‘nden yardım alınmıştır.