Yaşam

Gurbetçilerin Almanya’ya İlk İş İçin Gitme Öyküsü

Gurbetçilerin Almanya‘ya İlk İş İçin Gitme Öyküsü yazımızda gurbetçilerin 1961 yılında başlayan Almanya’ya göçünü, neden ve nasıl Almanya’ya gittiklerini, Almanya’da bulunan 4 neslin çatışmasını ve kuşaklardaki bozulmayı yazdık.

Gurbetçilerin İlk Defa Almanya’ya Gidişi

Gurbet için yola çıkanlar elbette maddi kazanç sağlayacaktı. Peki ya kaybedecekleri; manevi dünyaları ne olacaktı? Dikkatli olmak, adımları sağlam atmak gerekiyordu. Yaşanılan toprak başka olsa da önemli olan insanlığını, inancını, inandıklarını kaybetmemekti. Onlarda kaybedilseydi, geriye ne kalırdı ki; bir hiç uğruna, elde kalan hiçlikten başka, gurbette kaybolup giden onca nesilden başka…

Gurbete gidecekler uzun yolu göze alıyor ve birer birer toplanıyorlar. 1961 yılının sonbahar mevsiminde Sirkeci Garı‘nın orda millet toplanıyor. Tren, gitmek için hevesli. Kalabalığın gözleri yaşlı, zihinleri puslu bir halde. Ellerde çanta, gönüllerde özlem. Sonbaharın sarı yaprakları savrulurken rüzgarda, gözlerden akan yaşlarla ıslanıyor. Hava soğuk olmasına rağmen gönüller şimdiden hasretlik ateşiyle tutuşmuş. Trendekilerin önlerinde bir yol var ki nihayeti belirsiz. Kalan da tedirgin, giden de. Bir yanda korku, bir yanda hüzün.

Anadolu‘nun her şehrinden gelen yurdum insanları, işte böyle bir ortamda ve ruh halinde gurbete doğru yola koyuldular. Kimisi borcunu ödeyecek kadar para kazanıp dönecek, kimisi kazandığı parayı ailesine gönderecekti. Elbet bir gün ülkesine geri dönecekti, bu gidiş tek taraflı değildi.

Tren hareket ederken işçilerin zihinleri daha da bulanıklaşıyordu. Acaba nasıl bir yerde Almanya. Haritayı önlerine serseler kaç tanesi Almanya’yı gösterebilir? Evinden, köyünden, kasabasından dışarıya adım atmamış insanlar, artık ülkeler aşacaklardı, gurbet ellerde neler yaşayacaklardı?

Yurt Dışı Borçlanması Nedir

İşçiler Gurbete Neden ve Nasıl Gitti?

İkinci Dünya Savaşı Avrupa’yı, özellikle de Almanya’yı güçsüz bırakmıştı. Savaşın sonunda parçalanan Almanya, Rusya ve ABD arasında bölüşülmüştü. Ama bu iki devlet anlaşamadı ve Almanya bunların elinden kurtulmayı başardı. Almanya, ABD’nin desteğini arkasına alıp kalkınma politikasını başlattı. Başlattı ama ortada insan gücü yoktu. Önce İtalya ve Yunanistan’dan işçi aldılar fakat yetmedi. Daha sonra Türk işçilerin alınmasına karar verildi. 30 Ekim 1961 yılında imzalanan anlaşmayla, 450 kişilik ilk kafile Düsseldorf‘a hareket etmiş oldu. Gurbetçilerin yolculuğu başlamış dolu.

Heimlara Yerleşme

İstanbul Sirkeci Garı’ndan yola çıkan tren Almanya’ya geldi. İşçiler burada ummadıkları bir manzara ile karşılaştı. Onları büyük bir kalabalık karşıladı, adeta ayaklarının altına kırmızı halı serdiler. Boşuna değildi bu sevgi ve muhabbet. Çünkü bu işçiler, harap olmuş Almanya’yı yeniden inşa edeceklerdi. Türk işçiler, heimlara yerleştirildi. Heimlar, bir nevi pansiyonlardı. Bekar işçiler burada yaşayacaklardı. Gurbetçilerin gurbeti, burada yaşanacaktı.

Almanların O günden Bugüne Türklere Bakışları Değişti

1971 yılında Almanya’ya gelen ve yıllarca kaynakçı olarak çalışan Rüstem Durdu, o günlerde Almanların kendilerine nasıl davrandıklarını anlatıyor: “Almanlar bize karşı çok iyi davranıyorlardı. Baba, oğluna öyle davranmaz, desem yeridir. Bizi el üstünde tutuyorlardı. Bir gün ustabaşımız iznimin olduğunu söyledi. İznimi Türkiye’de kullanacağımı söyleyince, bana 10 günlük izin daha verdi. ‘Git aileni de getir, ben sana ev bulacağım.’ dedi. 800 mark da para verdi. Dikkatinizi çekerim, Alman idi bu adam; ne senet ne imza istedi. Güveniyorlardı çünkü bize. Şimdiyse kapıdan içeri almıyorlar. Ama suç bizde. Her kuşak bozularak devam etti. Kendini muhafaza edenler, muvaffak oldular. Onların nesli, hala kültürel bağlılıklarını devam ettiriyorlar.”

Almanya’ya ilk gelen 9 işçiden birisi olan Şefik Karagüzel de o günleri şu sözlerle yad ediyor: “O zamanlarda bizi dinliyorlardı, dediklerimize değer veriyorlardı. Müslümanları anlamaya çalışıyorlardı. Ne zamanki bizler bozulmaya başladık, onların tavırları değişti.”

Gurbetçilerin Almanya'ya İlk İş İçin Gitmesi
Sirkeci Garı-İçiler

1.Neslin Karşılaştığı Problemler

Helal-Haram

Yeterli parayı kazandıktan sonra işçiler geriye dönmeyi düşünüyordu. Kimisi tarla, kimisi traktör alacaktı; kimisi de borcunu ödeyip en azından düze çıkacaktı. Almanya’da ağır işlerde çalıştılar. Maddi yükleri sırtlanırlardı da ya manevi yükler ne olacaktı? Köln’de, Münih’te, Berlin’de kısacası Almanya’da bildikleri hiçbir şey yoktu. Nerede yemek yiyecekler, ne yiyecekler? Helal eti nereden bulacaklar? Helal olduğuna nasıl ikna olacaklar? Düşünceler çok fazlaydı.

“Et yemesinler, ekmek yesinler.” diyenler olabilir. Unutulmamalıdır ki onlar, işçiydiler ve ağır işlerde çalışıyorlardı. Proteinsiz beslendikleri için her biri zamanla bitkin düşüyordu. Helal-haram sıkıntısı nasıl aşıldı, o dönemin canlı şahidi Şefik Karagüzel Bey’den dinleyelim;

“Çalıştığımız fabrikada yemek çıkıyordu. Ancak helallik-haramlık var. O yüzden Müslümanlara ayrı yemek isteme mevzusu ortaya çıktı. Ben bunu, fabrikada yetkili doktor Maturi’ye anlattım. Doktor; ‘Benim bu konuyu üstümdeki kişilere anlatmam zor. Sen bana, Müslüman olduğunuza dair ülkenden bir yazı getir.’ dedi. Yazdık gönderdik. Fakat Türkiye’den gelen cevap; ‘T.C. laiktir!’ olunca mahcup ve mahzun olduk. Gurbette ve bir başımıza olduğumuzu derinden hissettik. Fabrika yönetimine biz kendimiz anlatmaya çalıştık durumun vahametini. O zamanlar dışarıda helal et bulma imkanı yok. Türk lokantası, dükkanı diye bir şey zaten yok.

Bir gün, 24-25 yaşlarında, ağlayan bir arkadaşımı gördüm. ‘Ben kalmam burada, geri döneceğim…’ deyip duruyor. Sordum. Anlattı; ustabaşı buna domuz eti yiyeceksin diye baskı yapmış. Ustabaşını bulup konuştum. Meğer ustabaşı ona ‘Du musst essen.’, yani ‘Yemek yemen lazım.’ diyormuş. Arkadaşımız, domuz yemesini istediğini zannetmiş. İşin aslı buymuş. Bunu anlatınca üzüntü gözyaşları, sevinç gözyaşlarına döndü.

Helal et mevzusunu çözdük. Fabrikadaki kazanlar ikiye bölündü. Müslümanların yemeği ayrı kazanlarda ve Müslüman aşçılar tarafından pişirilmeye başladı.

Ayrıca Macaristan’dan güveç diye bir konserve geliyordu. İçerisinde biber, patlıcan, kabak, pırasa gibi malzemeler vardı. O geldiği zaman herkes hücum ederdi. Gel zaman git zaman Türkiye’den gıda ürünleri gelmeye başladı.” O zamanki hassasiyetler en üst seviyedeymiş.

İbadet

Gurbete gidenlerin, geride bırakıp da özledikleri en güzel şey ezan sesiydi. Almanya’da ezan sesinin eksikliği hissediliyordu. Kulaklar onu arıyor, gönüller onunla ferahlamayı arzuluyor.

Maden işçisi olarak yıllarca gurbette çalışan Balıkesirli Osman Savran, geldiği günlerdeki dini hayatlarını şöyle bir hatırasıyla anlatıyor: “Bir cuma günüydü, sela sesi duydum. Acaba karşıda bir cami mi var, diye düşündüm. Aşağıya indim, bir de baktım ki giriş kapısında birisi sela okuyor, diğerleri sandalyeleri kenara çekip yer açıyorlar. Cumayı kıldık. Kıldıran adam, İzmit Kur’an Kursu’ndan gelmiş. İsmi Mehmet Ören’di. Birkaç yıl sonra başka bir yere gitti, ben yalnız kaldım. Bazı arkadaşlar maalesef ibadet ehli değillerdi.”

Sıkıntı her zaman vardır, var olmaya devam edecektir. Önemli olan, sıkıntıya göğüs germek, üstesinden gelmek için çaba sarf etmektir. Gurbete gelen ilk nesil, ilk sıkıntıda kendilerini bırakmamıştır.

Toplanma Yerleri, Dernekler

Gurbetteki diğer sıkıntı ise dildi. 1.neslin yabancı dili olmadığı için dışarıyla iletişimi zordu. Bazılarının aklında hep geri dönmek olduğu için Almanca öğrenme ihtiyacı duymadılar.

Türk işçiler, hayat tarzları, örf ve adetlerini hiç bilmedikleri bir toplumda yaşamak zorunda kaldılar. Maddi olarak kazandıklarının onları tatmin etmeyeceği aşikardı. Maneviyatı elden bırakmamak lazımdı.

Kopuk, dağınık zihinlerdeki yabancı psikolojisi ve işten eve, evden işe sıkışan hayatları, onları bunaltmaya başlamıştı. İlk olarak, ibadetlerini bir arada yapmaya çalışarak başladılar işe. Onları bir arada, ibadetleri tutabilir ve bağlarını kuvvetlendirebilirdi. Mescitler açıldı. Yıllarca zor şartlarda ibadet etmeye çalışmışlardı. İçlerindeki hasret son bulmalıydı. Bu anlamda camiler ve eğitim kurumları, gurbetçiler için kaybetmeye başladıkları kimliklerini tekrar kazanmak demekti.

İlk dönemlerde, büyük şehirlerin kenarında, şehirden biraz uzaktaki banliyölerde yaşıyorlardı. Bu, Müslüman bir kimlikle, Hıristiyan bir toplumun içinde yaşama ve her türlü gerilimden uzak durmaya yaramıştı. Çünkü buralarda Türkçe konuşuluyor ve aynı kültürel değerler paylaşılıyordu.

Gurbetçilerin Çalışması 1961

4 Kuşağın Arasındaki Farklar

Günümüzde Almanya’da 4.nesil Türk-Müslüman gençler yetişiyor. “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” klişesinde olduğu gibi, her yeni nesil, değişimin içinde doğuyor. Yeni nesille beraber dünya da yenileniyor. Dikkatli olmak, değişimin girdabına kapılmamak gerekiyor. Araçlar değişse de amaçlar aynı kalmalıdır. 4 nesle bakalım.

1.nesil

  • Gidiş amaçları çalışmak, para kazanmak ve geri dönmekti.
  • Yabancı dil bilmezler.
  • Halk ile kaynaşmaları zordu; çoğu köyünden dahi dışarı çıkmamış insanlardı.
  • Yaş ortalamaları 24-25 civarındaydı.

2.nesil

  • Geri dönmeyen işçilerin çocuklarıdırlar.
  • Kısmen Almanca biliyorlar.
  • Alman okullarında eğitim aldılar.
  • Halkın arasına girdiler.
  • En önemli kuşaktırlar. Çünkü sonraki nesiller, daima onları örnek almış, kendilerini ona göre şekillendirmişlerdir.

3. ve 4.nesil

  • Bu nesiller yeterli seviyede Almanca biliyorlar.
  • Lisan bilme hadisesi, Almanlarla karışmaya, onlara ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da kültüründen ve dininden kopmak istememekle birleşince bocalamalar başladı.
  • Çok kültürlüdürler ve 2.kuşağa göre daha eğitimlidirler.
  • Almanya’daki sosyal ve iş hayatının içinde yer almaktadırlar.
Gurbetçilerin Almanya'ya Taşınması

Yaşar Baştaş’ın Almanya Yaşamı

Manisa’dayken taksicilik yapıyordum. 24-25’li yaşlarımda bir vesile ile Almanya’ya gelmeye karar verdim. 1963 yılının Kasım ayında geldim. Geldiğimizde bize oda verdiler, yiyecek verdiler. Birkaç gün sonra fabrikada işe başladık. Gurbete geldiğimde bekardım, burada evlendim. Eşim, Almandı. 35 seneye yakın evli kaldık. Güzel ve mutlu bir evliliğimiz vardı, fakat sonu mutlu bitmedi. Benim gördüğüm, tecrübe ettiğim kadarıyla; yabancıyla evlenen birçok Türk, bir süre sonra ayrılıyor. Her şey iyi gidiyor derken, mutlaka bir yere gelip tıkanıyor. Benim evliliğim de öyle oldu. Bir gün eşime, istersen seni hacca götüreyim dedim. O, bu sözüme çok içerledi ve günden güne aramız bozulmaya başladı. Dini hayatımı, yabancı biriyle evli olmam kesinlikle etkilemedi. Ben orucu tuttum, namazımı kıldım. Eşim hiçbir zaman ibadetlerimle alakalı bir hususta bir şey söylemedi. Ramazan ayında onlar yemeklerini yerlerdi, ben iftarımı açardım, sahurumu yapardım.

Evlatlarıma Tesir Edemedim

Çocuklarıma bir şeyler telkin etmek, en azından kültürümü ve dinimi öğretmek istedim. Fakat gerektiği kadar ilgilenemedim. Çünkü çok çalışıyorduk, gece eve geç geliyor, erkenden de işe gidiyorduk. Ben şunu gördüm; insan nerede olursa olsun, kimle birlikte yaşarsa yaşasın, değişmek de değişmemek de kendi elinde. Yabancı bir coğrafyada ve yabancı bir insanla evliydim. Kolay değil. Nefsin sesi burada daha fazla çıkıyor: “Zaten uzaklardasın, kim bilecek, kim görecek?” diyor. Türkiye’de de olsan, Almanya’da da olsan, her nerede olsan Allah görüyor. Nefsine kapılıp “Kimse görmez.” diyenlere bir bakmışsınız kaybolup gitmişler.

Gurbetçi Aile

Avrupa’da Kuşaklar Farklılaşıyor

Almanya’ya gelen ilk işçiler, ev hayatından uzak heimlarda ve baraka türü yerlerde kalmışlardı. Herhangi bir sosyal role talip olmamışlardı. Bunlar kendilerini geldikleri gibi korumaya çalışmışlardı. Bu sebeple gurbetçilerin Avrupa toplumuyla bütünleşme veya iletişim kurma gibi problemleri yoktu.

Bu durum, ilerleyen yıllarda, yeni nesillerde bir problemi ortaya çıkardı. İlk başta hedeflenen fakat bir türlü gerçekleşmeyen geri dönüşlerin faturası, gelecek nesillere kesilecekti. Gurbette yetişen kuşaklar, ne kendi kültürünü ne de Avrupa kültürünü tam anlamıyla öğrenebildi. Bildikleri Türkçe kelime sayısı bile 100’ü geçmiyordu.

Çocuklarının yetişmeleri, dini ve kültürel kimliklerini kazanmaları, ailelerin en büyük problemi olmuştu. Çözüm merkezleri camiler ve İslam Kültür Merkezleriydi. Buralarda usul, adap öğretiliyor; ibadetler yerine getiriliyordu. Bu vesileyle de dilleri, kültürleri, kimlikleri muhafaza ediliyordu.

Neslini koruyanlar olduğu gibi nesiller arasındaki bağlantıyı koparanlarda oldu. Bağı koparanlarında her şeyi yerle bir olmaya başlamış, aile hayatları dağılmıştı. Bu problemleri en çok 2. ve 3.nesil yaşadı; artık 4.nesilde onlara katılıyor.

Gurbetçilerin İlk Bozulmaları

Çocuklar, nereye ait oldukları konusunda çok büyük zorluklar yaşamaktadır. Bu durum onlarda onur kırıklığına sebep oluyor. Okullarda zaman zaman yaşanan dışlanmalar, yabancı olmanın verdiği burukluk gibi psikolojik durumların verdiği hissiyat, onları kendi içlerine kapanmaya, bazen de kendi kültüründen tamamen kopmaya kadar götürüyor. Dini ve kültürel eğitim veren kurumlardan kopmayanlar, kendini kurtarmayı başarıyorlar. Dışında kalanlar ise kötü alışkanlıklara ve suça yöneliyorlar. Nesiller arası kopuş, beraberinde problemleri getiriyordu.

Kuşaklar arası kopuşları Rüstem Durdu Bey’den dinleyelim: “Ben eski günlere imreniyorum. Çünkü edep vardı, haya vardı, saygı-sevgi vardı. İmandan gelen vatan sevgisi vardı. Şimdi bunların hepsi kalkmış. Baba çocuğunu tanımaz, çocuk babadan utanmaz olmuş. Babasının karşısında çocuk ayak ayaküstüne atıp oturuyor. Cep telefonu ellerde, herkes ayrı odalarda ve ayrı alemlerde.

O günlerde biz babamıza karşı çok saygılıydık. Babamın karşısında ben çocuğumu bile kucağıma almamışımdır. Para gönderirken hep babamın adıyla gönderirdim. Onların duasıyla bizler bu günlere geldik, saygımız, sevgimiz, onların dilinde dua oldu.

Almanya’ya gelip de maneviyatını kaybeden çok kişi oldu. Para kazandılar belki, biz de kazandık. Ancak maneviyatını kaybedenleri, kazandıkları para kurtaramadı. Nesillerini kurtarmaya paraları yetmedi.”

Gurbetçilerin Kuşaklar Arası Çatışmaları Artıyor

1961’de Almanya’ya giden gurbetçilerin amacı biraz para kazanıp geri dönmekti. Devletlerde geri dönüşümlü olacak şekilde anlaşmışlardı. Fakat gurbetçilerin akıbeti öyle olmadı. Gidenlerin çoğu orda kaldı. Gurbetçilerin ismi Almanya’da birer yabancı, Türkiye’de ise ara sıra uğrayan Almancıya dönmüştü. İki arada bir derede kaldılar. Gurbetçilerin trenle, Sirkeci Garı’ndan hareket etmesinin üzerinden yarım asrı aşkın zaman geçti. Yabancı bir topluma gönderildi işçiler; hayaller ve korkular eşliğinde.

Onlar Türkiye’den gittiler. Giderken, bağları daima buradaydı. Bazıları bağlarını gider gitmez koparıp attı. Bazıları da gurbette olmalarına rağmen bağlarını daha da kuvvetlendirerek gelecek nesillere aktardı.

Maksat maddi kazançtı, kayıplarsa manevi taraftan yaşandı. Bindikleri manevi trenden erken atlayanlar, son durağa varamayanların çocukları, maalesef tren giderken ardından bakmakla yetindiler. Yine de her eşey karanlık değil. Belki de onların treni sadece tünele girmiştir. Aydınlık az ileride olabilir. Yapılacak şey; doğru yolu tekrar bulup o yolda devam etmektir.

Gurbetçilerin Almanya’ya İlk İş İçin Gitme Öyküsü-İnsan ve Hayat Dergisi‘nden yardım alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir